DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!
Bölüm
1- Ağlara takılmak
Beni
tanıyorsun! Unutmuş olamazsın! Hadi sevgilim, gözlerini aç ve
seni binlerce kez öpmeyi dilemiş bu dudakları hatırla...
“İşte geldik.”
Europa
güneş gözlüklerini havaya doğru kaldırıp camdan dışarı
baktı. Karşısında bikinileriyle dondurma yiyen kızlar, oyun
oynayan çocuklar ve güneşlenen insanlarla dolu klasik bir plaj
vardı. Kum, sanki arasına altın tozu karışmış gibi ışıl
ışıl ve parlak, duru dalgalar Poseidon iyi günündeymiş gibi
yumuşacıktı. Hava o kadar açıktı ki karşıdaki adalar
her zamankinden çok daha yakın görünüyordu. Bulutsuz
gökyüzündeki tek beyaz gölgeler uçuşan martılardı. İçine
dolan huzuru büyük bir gülümsemeyle karşıladı. Oldu olası
kalabalık plajları severdi..
Su
canlılık demekti, plajlar bunun en büyük kanıtıydı.
Europa
küçüklüğünden beri suya bayılırdı, her çocuğun bahçede
oynarken çekilen ne kadar videosu varsa onun da denizde o kadar
videosu vardı. Annesi onu ilk defa suya soktuğunda bir yaşındaydı,
o zamandan beri de denizden kopamamıştı. Oyuncu dalgalar, ne
getireceği belli olmayan tuzlu su ve içindeki bin bir çeşit balık
ona o kadar büyüleyici geliyordu ki... Okyanusların daha yüzde
doksan beşinin keşfedilmemiş olması büyük bir kayıptı.
Europa
derinlerde, çok daha derinlerde kesinlikle nefes kesici bir şeyin
olduğuna
emindi.
Camın
önünden annesi geçtiğinde arabadan inip ekipmanları bagajdan
çıkarması için ona yardım etmeye koyuldu. Oksijen tüplerini
hemen yanına bıraktıktan sonra palet ve bağlantı borularını da
aldı. Annesi de babası da deniz memelileri uzmanıydı ve boş
zamanlarını okyanusun tabanındaki balık ağı atıklarını
temizleyerek geçiriyorlardı. Bu iş ne kadar tehlikeli olsa da bu
kez çift Europa'yı onlarla gelmekten alıkoyamamıştı. Ağlara
takılıp boğularak ölmek onun da kanını donduruyordu ama suyla
ilgili her şey onu o kadar çekiyordu ki Europa her türlü
tehlikeyi görmezden gelmeye hazırdı. Hem artık kendi kararlarını
verebilen bir delikanlıydı, on dokuzuna sadece iki hafta kalmıştı.
“Seni
uyarıyorum,” dedi dalgıç kıyafetlerini düzelten babası. “Eğer
bizden uzaklaşırsan bu son dalışın olur, burada akıntı
sandığından daha güçlü.”
Europa
sırıttı, “Merak etme, bugün için neredeyse üç aydır
antrenman yapıyorum.”
Babası
bunun önemli olmadığını belirten bir el hareketi yaptı. “Evet
ama bu ölümsüz olduğun anlamına gelmiyor, beni seni kendime
bağlamadığım için pişman etme.”
“Baba,”
diye homurdandı son oksijen tüpünü de yere bırakırken.
Ailenin
tek çocuğu olmaktan daha zor bir şey varsa o da ailenin
yapabildiği
tek çocuk olmaktı. Annesi de babası da sorun kimde bilmiyordu,
ilişkilerinin zedelenmemesi için öğrenmemişlerdi ama Europa'dan
önce ve sonra hiç çocuk sahibi olamamışlardı. Europa ondan önce
annesinin iki kere hamile kaldığını, ama ikisini de düşürdüğünü
biliyordu. Ondan sonraysa ona bir kardeş yapmak istemişler ve yine
başaramamışlardı. Bu yüzden ikisi de Europa'yı bir mucize gibi
görüyordu. Hatta büyükannesi ona Tanrı'nın hediyesi anlamına
gelen Thedorus ismini koymak istemiş ama annesi ilk ve belki de tek
çocuğuna kendisi isim koymak istediği için bu öneriyi geri
çevirmişti.
Annesi
ve babası bir araştırma grubundayken tanışmıştı. Bu yüzden
ona, üstünde çalıştıkları Mesoplodon Europaeus'tan uyarlanmış
Europa'yı koymuştu. Böylece tek çocukları da hem birbirlerine
karşı hem de denize duydukları aşkın izini her anlamda
taşıyacaktı.
Europa
ismini seviyordu, sonuçta en kötü isim bile Thedorus'dan iyiydi.
Üstelik isminin özel olduğunu bilmek hoşuna gidiyordu.
Annesi
arabayı kilitlediğinde babasıyla beraber ekipmanları sırtlayıp
sahile ilerledi, her adımda dalgaların sesi ona daha da davetkar
geliyordu. İnsanlar uyuşturuculara bağımlı olurdu, Europa'ysa
denize bağımlıydı. Her fırsatta soluğu denizde buluyordu, en
soğuk kış günlerinde bile kendini suya girmekten alamıyordu.
Tabii, sonra birkaç gün boyunca yataktan çıkamıyor ve suyu daha
çok özlüyordu. Belki de ismi denizde yaşayan bir canlıya ait
olduğu için böyleydi, nedenini bilmiyordu ama deniz ona tıpkı
bir uyuşturucu gibi etki ediyordu. Şimdiden parmaklarının ucu
karıncalanmış ve nefesleri hızlanmıştı.
Dalgıç
kıyafetlerini giyerken onunla konuşmaya çalışan annesini
görmezden gelecek kadar denize odaklanmıştı. Bir asır gibi süren
hazırlıktan sonra babasını takip edip suya girdi.
Ne
kadar dalgıç kıyafetleri yüzünden kendini tam anlamıyla özgür
hissetmese de su vücudunu sardığı an yeniden doğmuş gibi
hissetmişti. Nefeslerini düzenli tutmaya ve kendini suya kaptırıp
ailesinden uzaklaşmamaya çalışıyordu, bir yandan da suya açmış
gibi gözlerini derinliklerde saklanan mercanlarda gezdiriyordu.
Sayısız renkteki balık pamuk şekerden yapılmış gibi görünen denizanalarıyla dans ediyor ve iki yaşlı olduğu belli olan kaplumbağa yavaş yavaş dinlenecek bir resif arıyordu. Büyük bir coşkuyla suya dalan güneş ışıkları balıkları, denizanalarını ve bütün mercanları değerli taşlardan yapılmış büyülü varlıklarmış gibi parlatıyordu.
Sayısız renkteki balık pamuk şekerden yapılmış gibi görünen denizanalarıyla dans ediyor ve iki yaşlı olduğu belli olan kaplumbağa yavaş yavaş dinlenecek bir resif arıyordu. Büyük bir coşkuyla suya dalan güneş ışıkları balıkları, denizanalarını ve bütün mercanları değerli taşlardan yapılmış büyülü varlıklarmış gibi parlatıyordu.
Renk
cümbüşü ve suyun altındaki canlılık onu büyülemişti. İlk filozof kabul edilen Thales evrenin
arkesinin* su olduğunu düşünüyordu, dolayısıyla evrene ait her
şeyin ana maddesi de suydu. Europa Thales'e kesinlikle katılıyordu,
suyun içindeyken bütün, eksiksizdi.
Su
onu tamamlayan ve yaratan şeydi.
Annesi
ve babası biraz daha açıldıktan sonra içi görünmeyen bir
mağaraya girmeye karar verdiğinde dışarıda kalmayı tercih etti.
Suyun parlaklığından ayrılmak istemiyordu. Ailesinin mağaranın
içinde gözden kayboluşunu izledikten sonra arkasını dönüp
önünde uzanan yosunlarla kaplanmış kumluğa baktı.
Eriştelerin
yer yer seyrekleşmesine bakılırsa burası deniz ineklerinin uğrak
yeri olmalıydı. Biraz ileride gözüne yüzeye yükselen bir
karaltı takıldığında kaşlarını çattı. Denizin ortasından
çıkan siyah bir kasırgaya benzeyen şeye uzun bir süre baktıktan
sonra ne olduğunu anlayabildi:
Bir
balıkçı ağıydı ve kesinlikle içinde çıkmaya çalışan
bir şey vardı.
Tekrar
arkasına dönüp mağaraya baktı. Kalbi oraya yüzüp zavallı
balığı kurtarmasını söylüyordu, mantığıysa kalıp ailesini
beklemesini. Peki ya onlar gelene kadar balık ölürse? Europa böyle
bir şeyin sorumluluğunu alamazdı, balığın gözünün önünde
can çekişmesini izlemek istemiyordu. Hem ağlar ondan çok da uzak
görünmüyordu.
Sanki
biri arkadan onu itmiş gibi aniden yüzmeye başladı. Kalbi
yüzmenin onda yarattığı heyecan ve yasak bir şey yapmanın
verdiği zevkle sersemlemişti, vücudu nedense olması gerekenden
çok daha fazla tepki veriyordu. Heyecan, gerilim, korku ve zevk
birbirine karışmış düzgün düşünmesini engelliyordu.
Ağı
en ince detayına kadar görebilecek kadar yaklaştığında
kaskatı kesildi.
Ağdaki
bir hayvan değil, insandı.
Hem
de kuyruğu olan bir insan.
*: ana maddesi.
Yaşasın teneby! Aağağağğağağ yeni yeni hikayeler, en sevdiğim!
YanıtlaSilDeniz adamlı hemde *-* Neler olacak sabırsızlıkla bekliyorum, yazar hanım ^.^ çbk yz .s.s
Yaşasın teneby! Aağağağğağağ yeni yeni hikayeler, en sevdiğim!
YanıtlaSilDeniz adamlı hemde *-* Neler olacak sabırsızlıkla bekliyorum, yazar hanım ^.^ çbk yz .s.s