16 Eylül 2015 Çarşamba

Oceanaphile - Bölüm 1

DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!
Bölüm 1- Ağlara takılmak
Beni tanıyorsun! Unutmuş olamazsın! Hadi sevgilim, gözlerini aç ve seni binlerce kez öpmeyi dilemiş bu dudakları hatırla...

İşte geldik.”
Europa güneş gözlüklerini havaya doğru kaldırıp camdan dışarı baktı. Karşısında bikinileriyle dondurma yiyen kızlar, oyun oynayan çocuklar ve güneşlenen insanlarla dolu klasik bir plaj vardı. Kum, sanki arasına altın tozu karışmış gibi ışıl ışıl ve parlak, duru dalgalar Poseidon iyi günündeymiş gibi yumuşacıktı. Hava o kadar açıktı ki karşıdaki adalar her zamankinden çok daha yakın görünüyordu. Bulutsuz gökyüzündeki tek beyaz gölgeler uçuşan martılardı. İçine dolan huzuru büyük bir gülümsemeyle karşıladı. Oldu olası kalabalık plajları severdi..
Su canlılık demekti, plajlar bunun en büyük kanıtıydı.
Europa küçüklüğünden beri suya bayılırdı, her çocuğun bahçede oynarken çekilen ne kadar videosu varsa onun da denizde o kadar videosu vardı. Annesi onu ilk defa suya soktuğunda bir yaşındaydı, o zamandan beri de denizden kopamamıştı. Oyuncu dalgalar, ne getireceği belli olmayan tuzlu su ve içindeki bin bir çeşit balık ona o kadar büyüleyici geliyordu ki... Okyanusların daha yüzde doksan beşinin keşfedilmemiş olması büyük bir kayıptı.
Europa derinlerde, çok daha derinlerde kesinlikle nefes kesici bir şeyin olduğuna emindi.
Camın önünden annesi geçtiğinde arabadan inip ekipmanları bagajdan çıkarması için ona yardım etmeye koyuldu. Oksijen tüplerini hemen yanına bıraktıktan sonra palet ve bağlantı borularını da aldı. Annesi de babası da deniz memelileri uzmanıydı ve boş zamanlarını okyanusun tabanındaki balık ağı atıklarını temizleyerek geçiriyorlardı. Bu iş ne kadar tehlikeli olsa da bu kez çift Europa'yı onlarla gelmekten alıkoyamamıştı. Ağlara takılıp boğularak ölmek onun da kanını donduruyordu ama suyla ilgili her şey onu o kadar çekiyordu ki Europa her türlü tehlikeyi görmezden gelmeye hazırdı. Hem artık kendi kararlarını verebilen bir delikanlıydı, on dokuzuna sadece iki hafta kalmıştı.
Seni uyarıyorum,” dedi dalgıç kıyafetlerini düzelten babası. “Eğer bizden uzaklaşırsan bu son dalışın olur, burada akıntı sandığından daha güçlü.”
Europa sırıttı, “Merak etme, bugün için neredeyse üç aydır antrenman yapıyorum.”
Babası bunun önemli olmadığını belirten bir el hareketi yaptı. “Evet ama bu ölümsüz olduğun anlamına gelmiyor, beni seni kendime bağlamadığım için pişman etme.”
Baba,” diye homurdandı son oksijen tüpünü de yere bırakırken.
Ailenin tek çocuğu olmaktan daha zor bir şey varsa o da ailenin yapabildiği tek çocuk olmaktı. Annesi de babası da sorun kimde bilmiyordu, ilişkilerinin zedelenmemesi için öğrenmemişlerdi ama Europa'dan önce ve sonra hiç çocuk sahibi olamamışlardı. Europa ondan önce annesinin iki kere hamile kaldığını, ama ikisini de düşürdüğünü biliyordu. Ondan sonraysa ona bir kardeş yapmak istemişler ve yine başaramamışlardı. Bu yüzden ikisi de Europa'yı bir mucize gibi görüyordu. Hatta büyükannesi ona Tanrı'nın hediyesi anlamına gelen Thedorus ismini koymak istemiş ama annesi ilk ve belki de tek çocuğuna kendisi isim koymak istediği için bu öneriyi geri çevirmişti.
Annesi ve babası bir araştırma grubundayken tanışmıştı. Bu yüzden ona, üstünde çalıştıkları Mesoplodon Europaeus'tan uyarlanmış Europa'yı koymuştu. Böylece tek çocukları da hem birbirlerine karşı hem de denize duydukları aşkın izini her anlamda taşıyacaktı.
Europa ismini seviyordu, sonuçta en kötü isim bile Thedorus'dan iyiydi. Üstelik isminin özel olduğunu bilmek hoşuna gidiyordu.
Annesi arabayı kilitlediğinde babasıyla beraber ekipmanları sırtlayıp sahile ilerledi, her adımda dalgaların sesi ona daha da davetkar geliyordu. İnsanlar uyuşturuculara bağımlı olurdu, Europa'ysa denize bağımlıydı. Her fırsatta soluğu denizde buluyordu, en soğuk kış günlerinde bile kendini suya girmekten alamıyordu. Tabii, sonra birkaç gün boyunca yataktan çıkamıyor ve suyu daha çok özlüyordu. Belki de ismi denizde yaşayan bir canlıya ait olduğu için böyleydi, nedenini bilmiyordu ama deniz ona tıpkı bir uyuşturucu gibi etki ediyordu. Şimdiden parmaklarının ucu karıncalanmış ve nefesleri hızlanmıştı.
Dalgıç kıyafetlerini giyerken onunla konuşmaya çalışan annesini görmezden gelecek kadar denize odaklanmıştı. Bir asır gibi süren hazırlıktan sonra babasını takip edip suya girdi.
Ne kadar dalgıç kıyafetleri yüzünden kendini tam anlamıyla özgür hissetmese de su vücudunu sardığı an yeniden doğmuş gibi hissetmişti. Nefeslerini düzenli tutmaya ve kendini suya kaptırıp ailesinden uzaklaşmamaya çalışıyordu, bir yandan da suya açmış gibi gözlerini derinliklerde saklanan mercanlarda gezdiriyordu.

Sayısız renkteki balık pamuk şekerden yapılmış gibi görünen denizanalarıyla dans ediyor ve iki yaşlı olduğu belli olan kaplumbağa yavaş yavaş dinlenecek bir resif arıyordu. Büyük bir coşkuyla suya dalan güneş ışıkları balıkları, denizanalarını ve bütün mercanları değerli taşlardan yapılmış büyülü varlıklarmış gibi parlatıyordu. 

Renk cümbüşü ve suyun altındaki canlılık onu büyülemişti. İlk filozof kabul edilen Thales evrenin arkesinin* su olduğunu düşünüyordu, dolayısıyla evrene ait her şeyin ana maddesi de suydu. Europa Thales'e kesinlikle katılıyordu, suyun içindeyken bütün, eksiksizdi.
Su onu tamamlayan ve yaratan şeydi.
Annesi ve babası biraz daha açıldıktan sonra içi görünmeyen bir mağaraya girmeye karar verdiğinde dışarıda kalmayı tercih etti. Suyun parlaklığından ayrılmak istemiyordu. Ailesinin mağaranın içinde gözden kayboluşunu izledikten sonra arkasını dönüp önünde uzanan yosunlarla kaplanmış kumluğa baktı.
Eriştelerin yer yer seyrekleşmesine bakılırsa burası deniz ineklerinin uğrak yeri olmalıydı. Biraz ileride gözüne yüzeye yükselen bir karaltı takıldığında kaşlarını çattı. Denizin ortasından çıkan siyah bir kasırgaya benzeyen şeye uzun bir süre baktıktan sonra ne olduğunu anlayabildi:
Bir balıkçı ağıydı ve kesinlikle içinde çıkmaya çalışan bir şey vardı.
Tekrar arkasına dönüp mağaraya baktı. Kalbi oraya yüzüp zavallı balığı kurtarmasını söylüyordu, mantığıysa kalıp ailesini beklemesini. Peki ya onlar gelene kadar balık ölürse? Europa böyle bir şeyin sorumluluğunu alamazdı, balığın gözünün önünde can çekişmesini izlemek istemiyordu. Hem ağlar ondan çok da uzak görünmüyordu.
Sanki biri arkadan onu itmiş gibi aniden yüzmeye başladı. Kalbi yüzmenin onda yarattığı heyecan ve yasak bir şey yapmanın verdiği zevkle sersemlemişti, vücudu nedense olması gerekenden çok daha fazla tepki veriyordu. Heyecan, gerilim, korku ve zevk birbirine karışmış düzgün düşünmesini engelliyordu.
Ağı en ince detayına kadar görebilecek kadar yaklaştığında kaskatı kesildi.
Ağdaki bir hayvan değil, insandı.
Hem de kuyruğu olan bir insan. 
*: ana maddesi.

2 yorum:

  1. Yaşasın teneby! Aağağağğağağ yeni yeni hikayeler, en sevdiğim!
    Deniz adamlı hemde *-* Neler olacak sabırsızlıkla bekliyorum, yazar hanım ^.^ çbk yz .s.s

    YanıtlaSil
  2. Yaşasın teneby! Aağağağğağağ yeni yeni hikayeler, en sevdiğim!
    Deniz adamlı hemde *-* Neler olacak sabırsızlıkla bekliyorum, yazar hanım ^.^ çbk yz .s.s

    YanıtlaSil